26 Ekim 2010 Salı

Sophie Calle'den bir ağıt: Raquel, Monique...

Gören de tüm "İstanbul'da Yaşıyor ve Çalışıyor" projesi sanatçıları peşimsıra Paris'e geldi sanacak. Cidden bir tesadüftür fakat Muntadas'ın ardından Sophie Calle de yeni sergisiyle İstanbul'dan hemen sonra Paris'te...


İstanbul 2010 davetlisi olarak ürettiği "Son Görüntü" adlı çalışması Sanat Limanı'nda izlenebilirken, Paris’te de Palais de Tokyo'nun 2012 tarihinde hizmete açılacak 9.000 m2'lik yeni sergileme alanının inşaat hali içerisinde düzenlediği ve annesi üzerine ürettiği işlerini bir araya getiren "Raquel, Monique" yerleştirmesini sergiliyor...

Sergiyi "Sırasıyla Rachel, Monique, Szyndler, Calle, Pagliero, Gonthier, Sindler diye adlandırdı kendisini..." diye başlayan kısa bir metinle anlatıyor Sophie. Göğüs kanseri teşhisi konduğu andan itibaren annesi, onu kaybediyor oluşu, kaçınılmaz olan ölümü, son arzuları, son nefesi üzerine odaklanan sanatçı, annesinin son nefesini yakalayabilmek için ilk önce yatağının başucunda nöbet tutmaya başlıyor, 24 saat nöbet tutamayacağını fark ettiğinde, nöbetini bir kamerayla paylaşıyor. Annesinin son arzusu deniz kıyısına gitmek, bir de kuzey kutbuna. Deniz kıyısına gidebiliyorlar ama kuzey kutbuna götürmek mümkün olmuyor.

Annesinin son sözü "endişe" (souci), "endişeliyim" mi demek istedi yoksa "endileşenme" mi bilinmiyor, sadece "endişe"... Sergi mekanına serpiştirilmiş ve farklı tekniklerde üretilmiş irili ufaklı birçok çerçevenin içinde “endişe” kelimesiyle karşılaşıyoruz. Bir de Amerika seyahatleri sırasında keşfettiği, üzerinde “anne” yazan mezar taşları. Ne isimleri var, ne de doğum-ölüm tarihleri, onlar sadece “anne”…

Bir videoda Sophie'nin annesi için çıktığı Kuzey Kutbu seyahatinin görüntülerine, duygularını anlatan sesi eşlik ediyor. Annesinin bir fotoğrafını, kolyesini ve büyük babasından kalma yüzüğünü buzullara gömüyor. Bir diğer videoda ise annesinin son nefesini verdiği dakikaları paylaşıyor bizlerle. Annesi hareketsizce yatmakta, Sophie ve hemşire ise hala nefes alıp almadığını, hayatta olup olmadığı anlamak için tam 12 dakika boyunca nefesine bakıyor, nabzını tutuyor, vücut ısısını kontrol ediyor. Annesinin ölüm anı, son nefesini ne zaman verdiği belirsiz, beklenilen ölümün kabullenilmesi ise 12 dakika sürüyor…


Başka bir duvarda bu kez “Lourdes” adlı işi karşılıyor bizi. Annesinin ölümünden sonra bir medyuma gidiyor, falına baktırıyor: “nereye, ne zaman?” diye soruyor. “Loudes’a gideceksin” diyor medyum, “sonrası sana kalmış”… Kendini bilinmeze bıraktığı Lourdes’dan topladığı görüntüler, yazdığı metinler, acısını hafifletmişe benzemiyor… “Geri dönmelisin artık” diyor medyum sonunda…

Bir diğer duvarda içi doldurulmuş bir zürafa, tepeden, sert ve sevecen bir edayla izleyenlere bakıyor, Sophie zürafanın bakışlarında annesini andıran bir hissi bulmuş ve bize o bakışı gösteriyor…

Son olarak bir fotoğraf: Annesi tabutun içinde, yanına bir sürü eşya, fotoğraflar, takılar. Sophie tabutun içindekileri tek tek sayıyor gerekçeleriyle birlikte: Sevgililerinin ve kızının fotoğrafları çünkü onları çok sevmişti…

Sergiyi gezdikten sonra insanın içini hüzün kaplıyor, boğazı düğümleniyor. Sevdiğin birini yitirmek acılardan en ortak, en derin olanı… Bununla baş etme yöntemleri de öyle: Hep o kişinin son arzularını yerine getirmeyi isteriz, onu kaybetmeden son bir kez görmeyi, söylemek istediklerimizi çok geç olmadan söylemeyi, son nefesini verirken yanında olmayı, anısını yaşatmayı, acısını ve kendi acımızı bir şekilde dindirmeyi… Sophie annesinin ölümüyle kendi meşrebince hesaplaşmış, bu süreçte ne biriktirdiyse neredeyse olduğu gibi önümüze sermiş… Böylece hem kendi acımızla yüzleşiyoruz hem de Sophie’nin kaybını paylaşıyoruz. Annesi ve artık aramızda olmayışı ortak bir acıyı, sergi de büyük bir veda törenini, hatta ağıtı andırıyor…

Serginin duygusu hala tazeyken İstanbul'dan Hrant Dink davasıyla ilgili son gelişmeleri öğreniyorum. Hrant'ın katilinin yaşı ufaltılıyor, suçlular göz göre göre kayırılıyor, tekrar tekrar aynı tezgah sergileniyor, gözümüzün içine baka baka yalan söyleniyor. Böyle olunca ortak acımız azalacağına her seferinde daha da artıyor, öfkemiz ve kırgınlığımızla birlikte... Hatta daha fazla ne yapacağını bilememek, başımıza geleceklere dair artan bir endişe... Keşke acımıza sahip çıkmamıza, hesabını sormamıza bir kez olsun izin verilse...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder