5 Haziran 2011 Pazar

ni Charters ni Kärcher


Bir süredir Paris'teki ırkçılık karşıtı hareketi takip etmekteyim. 2-3 ay kadar önce "D'AILLEURS NOUS SOMMES D’ICI", yeşillerin, komünistlerin, solcuların, işçi sendikalarının, bir çok sivil toplum kuruluşu ve kanaat önderinin bir araya gelerek oluşturduğu bir örgütlenme, yaptıkları çağrı da şu şekilde:


Nicolas Sarkozy'nin 2007'deki seçim zaferinin hemen ertesinde Fransız Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir bakanlık kuruldu: Göçmenlik, Entegrasyon, Ulusal Kimlik ve Ortak Gelişme Bakanlığı. O tarihten bu yana, on binlerce göçmen yakalandı ve sınır dışı edildi. Hükümetçe sürdürülen, İçişleri bakanlığı tarafından hayata geçirilen bu politikalar kabul edilemez çünkü hem temel insan hakları, hem de Fransa'nın da imzacısı olduğu uluslararası sözleşmeler ihlal ediliyor. Tüm bunlara bir de "ulusal kimlik" konusunda yürütülen tartışmalar ve Roman avı eklendi.

Bakanlığın kuruluşunun yıldönümünde, mayıs 2011'de ulusal boyutta eylemlilik çağrısı yapıyoruz. Bu bakanlığın derhal iptal edilmesini, bu politikanın hemen terk edilmesini ve kağıtsız (kayıt dışı) göçmenlerin yasal haklarına kavuşturulmasını talep ediyoruz.


28 Mayısta Barbes'te düzenledikleri gösteride en dikkat çekici slogan "ni Charters ni Kärcher" idi. Charters, göçmenlerin sınır dışı edilmesinde en çok başvurulan yöntem olan çartır uçaklarını ifade ediyor. Çartır deyince akla göçmenlerin sınır dışı edilmesindeki tüm süreç geliyor. 2011 yılında 28.000 göçmenin sınır dışı edileceği öngörülüyor örneğin. Göçmenler sınır dışı edilmeden önce Fransa genelinde sayıları 21’e ulaşan Tutuk Evlerinde (Center de Retention) tutuluyor, buralardaki tutukluluk süresi yeni bir düzenlemeyle 45 güne çıkarılmış durumda.

Kärcher ise hükümetin ırkçı söyleminin sembolik anlarından biri: 2005 Haziranında, Sarkozy henüz İçişleri Bakanıyken, Courneuve şehrinde iki çetenin çatışması sırasında 11 yaşındaki bir çocuğun ölümü üzerine “buraları Kärcher’le bir güzel temizlemek lazım” demiş (Kärcher, yüksek basınçlı temizlik makinaları üreten bir Alman markası). Göçmenleri basınçlı suyla temizlemek gibi bir benzetmeye başvurabilmesi, onları “pislik”le eşdeğer tutması, iktidara geldiğinde yürüteceği göçmen politikalarının habercisi niteliğinde. İşte D’auilleurs Nous Sommes d’Ici’nin temel sloganı, göçmen meselesindeki bu iki ayrımcı, ırkçı ve insanlık dışı yaklaşımın karşısında ortak bir tavır alma niyetinde olanları bir araya getiriyor.

Temel zihniyet ve ırkçı, ayrımcı söylemlerin medya kanalıyla yaygınlaştırılması ve normalleştirilmesi diğer bir önemli nokta. Göçmenler özellikleri dinleri üzerinden ayrımcılığa maruz kalıyor, İslam marjinalleştiriliyor ve tüm kötülüklerin, tüm toplumsal sorunların kaynağı olarak betimleniyor, dolayısıyla bu dine mensup olan herkes potansiyel toplum düşmanına dönüşüyor. Bu formüller de cidden çok tanıdık…

Fransa artık ezilenlerin dostu değil… Fransa’da ciddi bir Türkiyeli Kürt ve Solcu siyasi göçmen topluluğu yaşıyor. Bunlar 80 ve 90’ların başlarında buraya iltica etmiş, kendilerine kolaylıklar gösterilmiş, Enstitüler kurulmuş vs... Fransa’nın o dönemdeki tavrı ezilen halklara kucak açmak. 20 yıl içinde o noktadan göçmenleri ezen bir sisteme evrilmişler. O yüzden örneğin dün Evry ve Villiers le Bel’deki Kürt derneklerine düzenlenen baskınlar bir anlamda şaşırtıcı değil. Zira artık Kürtler Fransa için ezilen bir halkın mensupları değil, Fransa’da rahat yüzü görmemesi gereken müslüman göçmen gruplarından biri. Bu noktada işlerine geliyorsa ve bu baskınları gerekçelendirmelerine yarıyorsa Türkiye ile de işbirliğinden geri durmayacaklardır...

Türkiye’nin 2011 seçimlerinde oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’na çok benziyor d’ailleurs nous sommes d’ici. Türkiye’de nasıl ki özgürlük ve demokrasinin yolu Kürtlerin demokratik haklarına kavuşmasından geçiyorsa, Fransa’da da göçmenlerin özgürleşmesinden ve yasal haklarını kazanmasından geçiyor. Evet, “dünya halklarının kaderi ve mücadelesi ortaktır. Bize düşen de nerede olursak olalım ezilenlerin yanında saf tutmak.

"bir arada yaşayalım"


30 Ocak 2011 Pazar

Philippe Thomas ve Readymades belong to everyone® Ajansı

Philippe Thomas, Fransız kavramsal sanatının en ilginç karakterlerinden biri. Özgünlüğü, sanat yapma pratiğine giydirdiği oyunun kurallarında gizli: Philippe Thomas, 80’lerden itibaren ürettiği yapıtlarını yapıtı satın alan koleksiyoncunun, galericisinin ya da müzenin adıyla imzalamaya başlıyor. Parasını verip yapıtı alana, yapıtın etiketindeki sanatçı hanesine adını yazdırmak bedava benzeri bir kampanya. Philippe Thomas, sanat dünyasının dinamikleri, aktörleri ve bu aktörlerin işgal ettikleri pozisyonlar üzerine giriştiği yapısökümü oyununu 1987 yılında bir üst seviyeye taşıyor ve New York’ta readymades belong to everyone® (hazır nesne herkese aittir) isimli ajansı kuruyor. Dekorundan kurumsal kimliğine, sloganından görselliğine bir PR ve reklam ajansının tüm gereklerini yerine getiren readymades belong to everyone®’ın pazarladığı hizmet oldukça basit ve bir o kadar da etkili: bizimle çalışın sanatçı olun, sanat tarihine giriş garantili hem de. Ajanstan yani Philippe Thomas’tan bir yapıt satın alan herkese, sanat tarihine geçme, ağrısız sızısız ve zahmetsiz bir biçimde sanatçı olmanın ayrıcalığını yaşama, sanat dünyasının kodları dahilinde ismini sanatçı olarak tescil ettirme hizmeti sunuluyor. 1988 yılında Paris şubesi de açılan ajans (les readymade appartiennent à tout le monde), 1990 yılında Bordeaux Çağdaş Sanat Müzesi’nde (capc) gerçekleştirdiği anahtar teslimi “feux pales” (solgun ışıklar) sergisiyle müşterilerine vaat ettiği hizmeti yerine getiriyor.

Sergi, hem curiousity cabinet’ten başlayıp Duchamp’ın pisuarına kadar çizdiği hat boyunca müzenin işlevini, yapısını, konumunu sorguluyor, hem de bu tartışmanın içerisine dahil ettiği kendi yapıtlarını ajansının müşterilerinin isimleriyle sergileyerek müşterilerini tatmin etmiş, sattığı hizmetin hakkını vermiş oluyor. Sergiye eşlik etmenin ötesinde, bütünleyici bir parçası olarak kurgulanan katalogdaki birçok metnin yazarı da yine Thomas ama tahmin edeceğiniz gibi yazar hanesini yine sanat dünyasının farklı kişileri işgal ediyor. Philippe Thomas, bilinçli, istekli ve oldukça organize bir şekilde kendi sanatçı unvanını, ismini ve soyadını ortadan kaldırıyor, yok ediyor, yerine sanat yapıtının ticari bir değiş tokuş nesnesi olarak el değiştirdiği anı dondurmak istercesine satın alanın, yapıtın müşterisinin ismini geçiriyor. Philippe Thomas ajansı 1993 tarihinde kapatıyor ve bundan iki yıl sonra 1995 yılında 44 yaşında hayata gözlerini kapıyor. Halihazırda müzelerde sergilenen, koleksiyonlarda bulunan birçok Philippe Thomas yapıtı, bu üretim sisteminin bir sonucu olarak Philippe Thomas yapıtı değil.

bu vesileyle Esat Başak'a da bir selam çakmalı...

1 Ocak 2011 Cumartesi

biraz da özel haberler

iki aydır blogla ilgilenemememin meşru gerekçelerinden biri, Paris'teki emlak piyasasının girdabına kapılmış olmam... Emlak zaten insani ölçülerin dışında; ortalama 15 metrekare içerisinde hacetini görmeni, yemeğini hazırlamanı, banyo yapmanı, çalışmanı ve uyumanı bekliyorlar... Bu bahsi geçen yaşam alanları için ise muhitine ve evin durumuna göre 500 ila 650 Euro arasında bir kira bedeli isteniyor... Bunu koşullarda yaşayan büyük sayıda bir insan topluluğu var paris'te, hatta bu koşullarda yaşamak için kuyruklar oluşuyor, anasının nikahına yakın detaycılıkta ayrıntılar içeren dosyalar hazırlanıyor, ev sahiplerinde "kirayı ödeyebilecek durumdayım" güvenini oluşturabilmek için için taklalar atılıyor vb...

Neyse işte ilk aylarım bunlarla geçti fakat yeni yıla girerken Paris'in emlak piyasası ile giriştiğim mücadeleyi geride bırakmanın haklı gururu içerisindeyim...


Antoni Muntadas "Çeviri Üzerine: Açık Radyo" Paris Prömyeri

Les Rencontres Internationales (Uluslararası Buluşmalar), 1997'den bu yana Paris-Madrid-Berlin şehirlerini merkez alan bir sinema, video ve mültimedya etkinliği...
Bu seneki etkinliğin son gecesinde Muntadas'a, İstanbul filmi için bir carte blanche (açık kart) verdiler. Antoni Muntadas açık kartını, filminin yapımında birlikte çalıştığı Alper Şen ve Kara Haber Video Kolektifi'nden yana kullandı. Alper Şen, Ankara'daki kağıt toplayıcılarıyla gerçekleştirdikleri videoyu sundu ve gösterdi. Muntadas da "Çeviri Üzerine: Açık Radyo" filminin üretim sürecinden bahsetti, yerel bağlamına vurgu yaptı ve ilk kez bu yerel bağlam dışında izleyicilerle buluşacağını söyledi.

3 Kasım 2010 Çarşamba

bitti mi demiştiniz!?!

Paris'ten grev manzaraları mevzuu biraz eskimiş görünebilir. Ben de açıkçası, emeklilik yasa tasarısı mecliste onaylandı, ulaşım, benzin istasyonu vb. alanlarda başlayan, 1 aya yayılan grev ve gösteri dalgası sönümlendi diye biliyordum. Dün sabah okula gidip tekrar blokajla (barikatla da denebilir) karşılaşınca ben de şaşkın öğrenci güruhuna katıldım. Fakat şaşkın öğrencilerin bir kısmı şaşkınlıktan öte hisler besliyordu sanki, ortamda bir gerilim vardı ki dememe kalmadan bir grup öğrenci barikatlara hücum etti, kırdı ve dahi dağıttı, sonra da peşi sıra insanlar fakülte binalarına girmeye başladı...

Halbuki girmeye çalıştıkları derslerin hocaları da dışarıdaydı, dersler zaten olmuyordu, bu kötü niyetli grev kırıcılık da neyin nesiydi... Neyse ki direnişi örgütleyen arkadaşlar bizi B01 numaralı anfiye, Genel Kurula davet ettiler... Benim hoca ve sınıf arkadaşları bekleşiyorduk. Sağolsun hoca dersi iptal etti, Genel Kurula katılası vardı onun da... İyi oldu, girdik oturduk... İşin adeti buymuş, öncelikle bir açık tartışma başlattılar, isteyen söz alıp 3 dakika içinde derdini anlattı:

-Zaten grevler bitti, bu mücadele evet ateşli bir şekilde başladı ama maalesef hezimetle bitti. Durum böyleyken Paris 8 üniversitesinde barikat yapmanın bir manası kalmadı. Yani bırakın derslere girelim artık...

-Öyle diyorsunuz ama araya tatil girdi, tabi işçiler de bir aydır grevde olduklarından güçlerini toplamak için tekrar iş başı yapmak durumunda kaldılar. Fakat hala mücadele devam ediyor ve cumartesi tekrar eylem ve bir günlük iş bırakma örgütleniyor. Yani mücadele tekrar başlıyor, ayrıca 3 milyon insandık, 68'den bu yana böylesi kalabalık ve direniş görülmemişti memlekette... Enseyi karartmayalım...

-Ben iletişim öğrencisiyim, zaten adı çıkmış komüniste Paris 8'in, bir piyasa araştırması yaptım da, buranın diplomasıyla iş bulmak zaten zor, bir de siz dersleri engelliyorsunuz... Hem kimsenin ruhu duymuyor, bir gazetede gördünüz mü sizin direnişinizden bahsedildiğini? Hani bir tane basın mensubu var mı burada? Yok... Ay kaç haftadır ders olmuyor, bir şey değil bu diplomayı bile alamayacağız bu gidişle...

-Abartmayın ve hatta dramatize etmeyin, topu topu 4 gün okulu bloke ettik... Ayrıca o hakir gördüğünüz komünist yaftası, solcu yeleği bizim için onurdur matmazel. Bizler 68 kuşağının mirasçısıyız ve onların açtığı yoldan ilerliyoruz (Yazarın Notu: Paris 8 üniversitesinin temelleri 68 mayısı sonrası, Vincennes ormanında örgütlenen "Deneysel Üniversite Merkezi"yle atılıyor. Foucault, Deleuze, Lyotard, Popper gibi dönemin düşün ve kanaat önderleri Vincennes ormanında anti-akademik, sosyal ve politik alana müdahil bir felsefi ekol, öğrenci ve öğretmenlerin işbirliğine açık bir alan deneyimliyorlar. Fakat 80'lere gelindiğinde Vincennes ormanına Chirac'ın postalları giriyor ve 40 bin metrekarelik üniversite kampüsü yerle bir ediliyor. Yıkıma karşı çıkanlara dönemin Eğitim Bakanının verdiği cevap ise şöyle: "Ne şikayet ediyorlar ki? Yeni kampüsleri Özgürlük sokağında, Lenin ve Slatingrad caddelerinin köşesinde. Komünistlerin oraya gidiyorlar, daha ne olsun." Tüm akademik kadronun ve öğrencilerin 4 yıllık direnişine rağmen, üniversite Saint-Denis'ye, Bakanın tıpatıp tarif ettiği şimdiki adresine taşınıyor. Ama asıl taşınma zihinlerde oluyor; üniversite deneyselliğini büyük oranda kaybedip kurumsallaşıyor/akademikleşiyor, yeni yetişen kadrolar ise Vincennes deneyiminin düşünsel geleneğiyle bağlarını neredeyse yitiriyor, öğrenci profili değişiyor vs... Ama görünen o ki mihrabı yerinde tutmak isteyenler de az değil). Ayrıca medyanın dediğine ne bakıyorsunuz, hükumet tepemize işiyor, medya yağmur yağdı, yarabbi şükür diyor.

-Ben 20 yıldır çalışan bir sözleşmeli işçiyim. Halihazırdaki emeklilik yasasıyla emekliliğimi hesap ettim, elime geçecek para 390 Euro. Bir de varın bundan beterini düşünün. Kaldı ki neymiş gerekçeleri, insanların yaşam süreleri uzamışmış, iyi de yaşam sürem uzadı diye niye daha çok çalışmak zorunda olayım, ceza mı bu şimdi? Ayrıca genç arkadaşlarım, bir direniş varsa işin adabı gereği katılmıyorsanız bile gidip tekmelerle direnişi kırmazsınız, Sarkozicilik oynamazsınız. İşte burada oylayın, şikayetiniz varsa anlatın ama grev kırıcılık yapmayın, ayıp oluyor...

Tartışmanın ardından oylamaya geçildi, yol haritası çizildi. Cumartesi günü okulda blokaj olmayacak, saat 14.30'da Republique Meydanında yapılacak eylemle yeni bir direniş ve grev ateşi yakılacak.