Bir süredir Paris'teki ırkçılık karşıtı hareketi takip etmekteyim. 2-3 ay kadar önce "D'AILLEURS NOUS SOMMES D’ICI", yeşillerin, komünistlerin, solcuların, işçi sendikalarının, bir çok sivil toplum kuruluşu ve kanaat önderinin bir araya gelerek oluşturduğu bir örgütlenme, yaptıkları çağrı da şu şekilde:
Nicolas Sarkozy'nin 2007'deki seçim zaferinin hemen ertesinde Fransız Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir bakanlık kuruldu: Göçmenlik, Entegrasyon, Ulusal Kimlik ve Ortak Gelişme Bakanlığı. O tarihten bu yana, on binlerce göçmen yakalandı ve sınır dışı edildi. Hükümetçe sürdürülen, İçişleri bakanlığı tarafından hayata geçirilen bu politikalar kabul edilemez çünkü hem temel insan hakları, hem de Fransa'nın da imzacısı olduğu uluslararası sözleşmeler ihlal ediliyor. Tüm bunlara bir de "ulusal kimlik" konusunda yürütülen tartışmalar ve Roman avı eklendi.
Bakanlığın kuruluşunun yıldönümünde, mayıs 2011'de ulusal boyutta eylemlilik çağrısı yapıyoruz. Bu bakanlığın derhal iptal edilmesini, bu politikanın hemen terk edilmesini ve kağıtsız (kayıt dışı) göçmenlerin yasal haklarına kavuşturulmasını talep ediyoruz.
28 Mayısta Barbes'te düzenledikleri gösteride en dikkat çekici slogan "ni Charters ni Kärcher" idi. Charters, göçmenlerin sınır dışı edilmesinde en çok başvurulan yöntem olan çartır uçaklarını ifade ediyor. Çartır deyince akla göçmenlerin sınır dışı edilmesindeki tüm süreç geliyor. 2011 yılında 28.000 göçmenin sınır dışı edileceği öngörülüyor örneğin. Göçmenler sınır dışı edilmeden önce Fransa genelinde sayıları 21’e ulaşan Tutuk Evlerinde (Center de Retention) tutuluyor, buralardaki tutukluluk süresi yeni bir düzenlemeyle 45 güne çıkarılmış durumda.
Kärcher ise hükümetin ırkçı söyleminin sembolik anlarından biri: 2005 Haziranında, Sarkozy henüz İçişleri Bakanıyken, Courneuve şehrinde iki çetenin çatışması sırasında 11 yaşındaki bir çocuğun ölümü üzerine “buraları Kärcher’le bir güzel temizlemek lazım” demiş (Kärcher, yüksek basınçlı temizlik makinaları üreten bir Alman markası). Göçmenleri basınçlı suyla temizlemek gibi bir benzetmeye başvurabilmesi, onları “pislik”le eşdeğer tutması, iktidara geldiğinde yürüteceği göçmen politikalarının habercisi niteliğinde. İşte D’auilleurs Nous Sommes d’Ici’nin temel sloganı, göçmen meselesindeki bu iki ayrımcı, ırkçı ve insanlık dışı yaklaşımın karşısında ortak bir tavır alma niyetinde olanları bir araya getiriyor.
Temel zihniyet ve ırkçı, ayrımcı söylemlerin medya kanalıyla yaygınlaştırılması ve normalleştirilmesi diğer bir önemli nokta. Göçmenler özellikleri dinleri üzerinden ayrımcılığa maruz kalıyor, İslam marjinalleştiriliyor ve tüm kötülüklerin, tüm toplumsal sorunların kaynağı olarak betimleniyor, dolayısıyla bu dine mensup olan herkes potansiyel toplum düşmanına dönüşüyor. Bu formüller de cidden çok tanıdık…
Fransa artık ezilenlerin dostu değil… Fransa’da ciddi bir Türkiyeli Kürt ve Solcu siyasi göçmen topluluğu yaşıyor. Bunlar 80 ve 90’ların başlarında buraya iltica etmiş, kendilerine kolaylıklar gösterilmiş, Enstitüler kurulmuş vs... Fransa’nın o dönemdeki tavrı ezilen halklara kucak açmak. 20 yıl içinde o noktadan göçmenleri ezen bir sisteme evrilmişler. O yüzden örneğin dün Evry ve Villiers le Bel’deki Kürt derneklerine düzenlenen baskınlar bir anlamda şaşırtıcı değil. Zira artık Kürtler Fransa için ezilen bir halkın mensupları değil, Fransa’da rahat yüzü görmemesi gereken müslüman göçmen gruplarından biri. Bu noktada işlerine geliyorsa ve bu baskınları gerekçelendirmelerine yarıyorsa Türkiye ile de işbirliğinden geri durmayacaklardır...
Türkiye’nin 2011 seçimlerinde oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’na çok benziyor d’ailleurs nous sommes d’ici. Türkiye’de nasıl ki özgürlük ve demokrasinin yolu Kürtlerin demokratik haklarına kavuşmasından geçiyorsa, Fransa’da da göçmenlerin özgürleşmesinden ve yasal haklarını kazanmasından geçiyor. Evet, “dünya halklarının kaderi ve mücadelesi ortaktır”. Bize düşen de nerede olursak olalım ezilenlerin yanında saf tutmak.